Gece özgürlük. Gece yaşam. Gece yalnızlık.
Gece ıstırap. Gece sonsuzluk. Gece huzur. Gece umut. Gece keder…
Doğup, gözlerimi açıp geceye ilk
baktığımdan beri, aşığım ben geceye. Aslında ona olan aşkım: ana karnındayken plasenta
içindeki karanlıktan geliyor. Yıldızlar birer hücre, Ay ise annemin kalp
atışları.
Geceyle birbirimizi çok uzun
süredir tanıyoruz aslında. Korkularımı, mutluluğumu, kederimi hep o gördü. En
dibe batmış yalnızlığımda o beni sardı, korudu.
Bir şey beni geceye çekiyor;
evimin balkonundan bakarken uzaklara ellerimi sallıyorum, ileriye en ileriye
doğru yakalayabilmek umuduyla.
Gündüzler geçmek bilmiyor onun
hasretiyle, onu görme isteğiyle.
Hava. Hava benim geceyle olan tek
iletişim aracım. Hava bir gece, gece bir hava. Rüzgârın tenime tatlı tatlı dokunuşu, bazen
sertçe esmesi aslında gecenin benimle konuşma şekli, benimse onu hissetme
şeklim.
Gece neden böylesine büyük,
sonsuz, paylaşılabilir. Herkes onu görebiliyor benim gibi ama biliyorum ben
onun için özelim. Kıskanıyorum ara ara.
Kışları seviyorum ben. Geceler
daha uzun, onunla olma zamanım daha uzun, havayı onu hissederek ciğerlerime
çekme sayım daha fazla.
Şimdi en yüksek ülkenin, en
yüksek dağının, en yüksek binasının, en yüksek tepesinde geceyi avuçluyorum,
birazdan onunla sevişeceğim, her yerimde hissedeceğim onu.
Ve en yüksek ülkenin, en yüksek
dağının, en yüksek binasının, en yüksek tepesinden kendimi aşağıya bırakıyorum
gecenin kollarına, her yerimi sarıp sarmalıyor. Artık o benim, ben onunum.
Bana göre uzun, saniyelere göre
kısa olan sevişmemizden sonra yere çarpıyorum. Benliğim bedenimden çıkıyor ama
etrafta bir sonsuzluk var, bir yalnızlık, bir özgürlük. Bu… Bu gece olmalı.