10 Ağustos 2012 Cuma

Gece


Gece özgürlük. Gece yaşam. Gece yalnızlık. Gece ıstırap. Gece sonsuzluk. Gece huzur. Gece umut. Gece keder…
Doğup, gözlerimi açıp geceye ilk baktığımdan beri, aşığım ben geceye. Aslında ona olan aşkım: ana karnındayken plasenta içindeki karanlıktan geliyor. Yıldızlar birer hücre, Ay ise annemin kalp atışları.
Geceyle birbirimizi çok uzun süredir tanıyoruz aslında. Korkularımı, mutluluğumu, kederimi hep o gördü. En dibe batmış yalnızlığımda o beni sardı, korudu.
Bir şey beni geceye çekiyor; evimin balkonundan bakarken uzaklara ellerimi sallıyorum, ileriye en ileriye doğru yakalayabilmek umuduyla.
Gündüzler geçmek bilmiyor onun hasretiyle, onu görme isteğiyle.
Hava. Hava benim geceyle olan tek iletişim aracım. Hava bir gece, gece bir hava.  Rüzgârın tenime tatlı tatlı dokunuşu, bazen sertçe esmesi aslında gecenin benimle konuşma şekli, benimse onu hissetme şeklim.
Gece neden böylesine büyük, sonsuz, paylaşılabilir. Herkes onu görebiliyor benim gibi ama biliyorum ben onun için özelim. Kıskanıyorum ara ara.
Kışları seviyorum ben. Geceler daha uzun, onunla olma zamanım daha uzun, havayı onu hissederek ciğerlerime çekme sayım daha fazla.
Şimdi en yüksek ülkenin, en yüksek dağının, en yüksek binasının, en yüksek tepesinde geceyi avuçluyorum, birazdan onunla sevişeceğim, her yerimde hissedeceğim onu.
Ve en yüksek ülkenin, en yüksek dağının, en yüksek binasının, en yüksek tepesinden kendimi aşağıya bırakıyorum gecenin kollarına, her yerimi sarıp sarmalıyor. Artık o benim, ben onunum.
Bana göre uzun, saniyelere göre kısa olan sevişmemizden sonra yere çarpıyorum. Benliğim bedenimden çıkıyor ama etrafta bir sonsuzluk var, bir yalnızlık, bir özgürlük. Bu… Bu gece olmalı.

10 Haziran 2012 Pazar

Ölebil -mek


                Hikayelerde anlatılan bir gezegen vardı; tanrının tanrılığını dahi göstermediği, yitirilmişliğin içinde, kara deliğin ortasında...Öyle varlıklar varmış ki orada, onlara bakanın delirdiği söylenirdi. Nedenini bilmiyorum çünkü hepsi deliydi, anlatılanlara kim kulak asardı ki.
                Bir gün birini öyle çok sevdim ki; kulağım, gözüm, derim, burnum, dilim o olmuştu. Mutluydum da bundan onun algıladığı şekilde algılıyordum dünyayı.Damarlarımda o vardı, içimdeki ışığı saran oydu fakat yine bir gün zehirlendik.Damarlarımdaki kan aside dönüştü, gittiği her organımı yavaş yavaş eritir oldu.Gözlerimden göz yaşı dahi akamadı, ses tellerim birbirine dolandı kelimeler çıkamadı, derim kemiklerime yapıştı ama beynim sapa sağlamdı.Kaleye sığınan askerler gibi zehirde beynimin içine saklandı ve acılar çektirdi bana çünkü böyle orada kalmaya devam edebilirdi.Bana olmayan şeyler gösterdi, duyulmamış şeyler fısıldadı, artık tahammül edemiyordum.Sertleşmiş tırnaklarım ile kafa derimi yoluyordum ama her kanayıp kopan derinin altından yeni bir deri çıkıyordu.Bağıramıyordum, ağlayamıyordum, engel olamıyordum, iradem yavaş yavaş elimden alınıyordu.
                Beynimi ezmek istiyordum, suyunu çıkarmak, süngeri sıkar gibi içindeki zehri akıtmak istiyordum.İrademden kalan son kırıntılarla kafamı iki kalın, demir duvarın arasına sıkıştırdım ve elimle düğmeye bastım.İki duvar birbirini seven iki aşık gibi birbirlerine yaklaşmaya başladılar.Yavaş yavaş kafatasım sıkışmaya başladı ve yavaş yavaş çatırdamaya.Her çatırtıyı duyabiliyordum, zehir içimde acı çekiyordu, beynimin kıvrımları arasında sıkışıyordu, yoğunlaşıyordu.Ve son büyük bir çatırtı ile kafatasım karpuz gibi çatladı, beynim preslendi ve zehir vıcık vıcık yere aktı, buharlaştı.O an bir göz yaşı çıktı gözlerimden, nöbet geçirir gibi kafası olmayan bedenim ileri geri gidiyordu.Vücudum ağlıyordu, tüm gözeneklerimden kan akıyordu çünkü iradem bana gelmişti.Sonra bir baktım etrafıma hikayelerde anlatılan yerdeyim.Ölümden de ağır tam bir araftı burası.Ne ölüydüm ne yaşayan ama burada tek bir isteğim vardı o da ölebilmek.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

God's Light is OFF

         Ağzımda, herkesin küçükken deneyim sahibi olduğu bir pas tadı var.Peki ama neyin pası ki bu; korkunun, heyecanın, kanın, stresin, endişenin, demirin. Hiç bir fikrim yok neyin olduğuna dair. Garip yumru var gibi sanki ağzımın içine, o tadı salgılayarak farklı şeyler hissetmemi sağlıyordur, bilemem. Acaba bazen korkularımdan heyecan duyup haz almamın sebebi bu mu ki? Hangi insan bile bile, isteyerek korktuğu şeyi tekrar yaşamak ister ki?
         Karanlıktan korkuyorum; karanlıktayken hiç bir şeyi doğru düzgün göremezken, hava yoğunlaşıyor sanki bir katı madde gibi içime içime giriyor.Damarlarımı şişiriyor, dışarı çıkmak istiyor.Tırnaklarım ile derimi yüzesim geliyor, ses tellerimden ses yerine baloncuklar çıkıyor, bağırıyorum ama beynimin içinde bağırıyorum, defalarca yankılanıyor, beynim şişiyor.Bir anda ışık yandığında ise o şişlik sönüyor, rahatlıyorum, kendime gülüyorum.İşte bu iniş çıkış aynı korkuyu tekrar yaşama isteğine götürüyor beni çünkü; yine ışık yanacak mı sorusunun cevabı paha biçilemez.
         Peki ya bir gün ışık yanmaktan vazgeçerse, ya ben karanlığa hapsolursam, çevremdeki renkleri duyamazsam, duyguları tadamazsam, sesleri göremezsem kısacası bütün duyularımı kaybedersem, varlığımdan şüphe etmez miyim? Beynim artık benim hapishanem olur çünkü; varlığından emin olduğum tek şey odur. Onun içinde yaşar, büyür, hayat kurar ve ölürüm defalarca.Olası tüm evrenleri yaşatırım beynimin içinde.Peki ya şu an bizde başka birinin beynindeysek, misal tanrının; ya onun olası evrenlerinden birini yaşıyorsak ve bu evren bittiğinde yeni bir evrende tekrar var olacaksak.O zaman tanrının ışığını "kim" söndürdü?